en iyi rulet siteleri
İranlı gazeteci Hujebri: Abdullah Öcalan’ın felsefesi direnişin kıvılcımı oldu
  • Rojev
  • Güncel
  • İranlı gazeteci Hujebri: Abdullah Öcalan’ın felsefesi direnişin kıvılcımı oldu

İranlı gazeteci Hujebri: Abdullah Öcalan’ın felsefesi direnişin kıvılcımı oldu

PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın Rojava Devrimi sonrası yayılan "jin, jiyan, azadî" felsefesinin İran'da da direnişin kıvılcımı olduğunu söyleyen gazeteci Omer Hujebri, ölüme sürüklenen ve tecavüze uğrayan kadınların çocuklarının bugün direnişe öncülük yaptığını kaydetti.

ABONE OL
Kasım 19, 2022 06:30
İranlı gazeteci Hujebri: Abdullah Öcalan’ın felsefesi direnişin kıvılcımı oldu
0

BEĞENDİM

ABONE OL
İSTANBUL – PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Rojava Devrimi sonrası yayılan “jin, jiyan, azadî” felsefesinin İran’da da direnişin kıvılcımı olduğunu söyleyen gazeteci Omer Hujebri, ölüme sürüklenen ve tecavüze uğrayan kadınların çocuklarının bugün direnişe öncülük yaptığını kaydetti. 
 
İran’ın Tahran kentinde 16 Eylül’de Kürt kadın Jîna Emînî’nin “ahlak” polisleri tarafından katledilmesinin ardından otoriter rejime karşı yeni bir direniş dalgası başladı. Kadınlar ve gençlerin öncülük ettiği direniş, rejim güçlerinin ağır saldırılarına rağmen 63’üncü gününü geride bıraktı. İran İnsan Hakları Örgütü’ne göre, Kurdistan, Belucistan, Kirmanşah ve Horasan bölgelerinde bulunan onlarca kentte devam eden protestolarda şuana kadar en az 342 kişi katledildi. Ancak katliamlara rağmen protestolar hiç durmadı ve Merîvan’da Nasrin Ghaderi’nin katledilmesi sonrası daha da büyüdü. Ayrıca PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fikirleri üzerinde şekillenen “jin, jiyan, azadî (kadın, yaşam, özgürlük)” ve “diktatöre ölüm” sloganları, protestolara damga vurdu.  
 
İranlı gazeteci Omer Hujebri, ülkedeki eylemlerin amacı, bölgeye yansımaları, öne çıkan talepler ve rejimin toplumun özgürlük taleplerine karşı yaklaşımına dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.  
 
 İran’da “1979 İslam Devrimi”nden bir yıl sonra, özellikle kadınlara dönük baskılar arttı. Ancak buna karşı direniş de hiç sona ermedi. 1980’den günümüze nasıl bir süreç yaşandı?  
 
Haşimi Rafsancani, 1989-1997 yılları arasındaki dönemde ülkeyi Japonya gibi geliştireceğini vaat ediyordu. Bu süre zarfında bazı projelerini hayata geçirdi. Ancak bu projelerin birçoğu bitmedi. O süre içerisinde İran ekonomisi de düzelmedi. Rafsancani’den sonra Muhammet Hatemi (1997-2005) iktidara geldi. Onun da hem dünyaya hem de Birleşmiş Milletler’e dönük bir projesi vardı. Savaşın gerekli olmadığını ve medeniyetlerle diyaloglar temelinde bir ilişki geliştirmeyi hedefliyordu. Daha sonra özgürlüklerden bahsederek, ‘herkes özgürlükleri dile getirebilir’ dedi. ‘Hem akademisyenler hem sanatçılar, yazılarını ve makalelerini özgürce yazabilir, eleştirilerini serbestçe yapabilir’ diyordu. Fakat aylar sonra Mumammed Muxtari, Cafer Puyende, Darvis Fıroher, Pervane Eskenderi gibi bir dizi siyasi cinayetlerin işlendiği ve kamuoyunda da ‘Zincir Cinayetler’ olarak bilinen süreç yaşandı. Katledilen kişiler İran’da reform yapacak düzeyde temsiliyeti olan kişilerdi. Bu cinayetlerden sonra insanlar Hatemi’den umudunu kesti. Ardından Ahmedi Nejat (2005-2013) iktidara geldi. Onlar da ‘biz adaleti sağlayacağız’ diyordu. Seçildikten sonra İran’da idamlar ve katliamlarla mezhepsel radikalizm arttı. Sonra Ruhani (2013-2021), reformist temsiliyet iddiasıyla iktidara geldi. Ruhani de her seferinde kimi zorluklardan yakınarak, “önümüz kesiliyor” ve “inisiyatifimiz yok” diyordu. En son İbrahim Reisi geldi. O da diğer devlet başkanları gibi İran dini lideri Ali Hamaney’in temsiliyetindendir. Geçen 40 yıllık sürede İran’da yaşayan halkları her defasında bir şeylerle meşgul ettiler.
 
 Bahsettiğiniz kişiler nasıl seçiliyor? 
 
İran rejimi, 12 imamlı Şii anlayışını kabul etmiş durumda. Bu anlayışa göre İran’da Şii olmayan biri cumhurbaşkanı olamaz. Seçilecek kişinin erkek olması, 12 imamı kabul etmesi ve Şii olması şartı var. İslam bilim hakkında bilgi sahibi olması gibi pek çok şey istenir başa geçecek bir yönetici için. Eskiden beri İran’ın her eyaletinde geçerli bir uygulama bu. Kurdistan eyaletinde de Belucistan eyaletinde de vali, kaymakam ve komutanlar dahi Kürt ve Beluci değil, saydığımız kriterler doğrultusunda seçilir. İran’da yönetimsel olarak eyalet sistemi devrededir. Fakat hiçbir yerde anadilde eğitim yapılmıyor ve buralarda bir özgürlük sorunu var. Yine bu bölgelerdeki insanlar, bu sisteme bağlı olmak zorunda. Resmi dil Farsça’dır. Ûrmiye, Sine, Kirmanşan, Îlam, Xuzistan, Belucistan ve pek çok bölgesinde farklı etnik kimlik var ama bunların üzerinde etnik faşizm var. Bu bölgelerde sermaye ve ekonomik yatırım yoktur. Rojhilat’taki ve Belucistan’daki insanlar, kolberlik yapmak zorunda kalıyorlar. Rojhilat’taki kolberler sınırı geçerken öldürülüyorlar. Diğer bölgelerde buna benzer yaşam şartları var.
 
 Kadınlar ve gençler bu değişen yönetimlerden nasıl etkilendi? 
 
 
 Milyonlarca genç işsiz ve gelecekten ümitsiz. Kadınlar eve hapsedilmiş. Bütün kurumlar yaşı ilerlemiş insanlar ve mollaların yönetiminde. Ancak gençler ve kadınlar bir devrim süreci başlatmış durumda.  
 
İran halkı ve Kürtlere karşı dini ve faşist diktatörlük mevcut. İran’da iki sınıf her zaman çok ezildi ve hiç önemsenmedi; Bunlardan biri gençler diğeri de kadınlar. Kadın ve gençler için durum daha da vahim. Kadınlar eve hapsedilmiş durumda. Kadınlar üniversiteye gidebiliyor ama çoğunlukla okuyanlar erkek. Üniversiteye giden kadınlara, idari soruşturmalarla ciddi engeller çıkarılıyor. Her geçen gün okuryazarlık sayıları düşüyor. Milyonlarca genç üniversiteyi okuduğu halde işsiz ve geleceklerinde ümitsiz. Bugün yönetim meclislerinin çoğu mollalarda ve bunlar 60-70 yaşlarında. Aralarında 80’in üstünde yaşı olan insanlar var. Kilit rolü olan her kurumda bu yaşı ilerlemiş kişiler var. Gençler, var olan bu durumu görünce üniversite ve master yapmayı bırakıyor. Umutları da kalmıyor. Eğitimi bırakıp farklı bir işle meşgul oluyorlar. Bu eğitimli insanlar Kurdistan’da kolberlik, Belucistan’da petrol kaçakçılığı yapıyor. Elwazda’ki pancar fabrikalarında benzer işlerle uğraşıyorlar. Yaşananlardan dolayı 1996-98 yılları arasında İran’da büyük bir başkaldırı oldu. O dönem binlerce İranlı şehit edildi. Bunların hemen hepsi eşitlik, özgürlük ve ekonomik talepleri olan insanlardı. Halkın talepleri her defasında kanla bastırılmaya çalışıldı. Şimdi de öğretmenler, öğrenciler, kadınlar, gençler ve diğer etnik gruplar toplanmış ve bir devrim süreci başlatmış durumda. 
 
 Jîna Emînî’den önce de benzer birçok katliam yaşandı. Son katliam ve sonrasında başlayan direnişin arka planı var mı? 
 
Bugün yaşanan protestolar, İran’ın 43 yıllık baskıcı ve anti özgürlükçü sisteminden kaynaklanıyor. Bu protestolar, rejimin iflasını gösteriyor. 2015 yılında İran’ın istihbarat kadroları, Ferînaz Xusrevanî’ye tecavüz etmek istediler. O da buna engel olmak için intihar etmişti. Bu tarz olaylar İran’da yaygın olarak karşılaşılan bir durum ve ne yazık ki intihar kadınların kendini kurtarmanın bir yolu olarak görünüyor. Eğer direnirse ve kendisine tecavüz etmeye çalışan adamı öldürmeye kalkarsa idam edilir. Başka bir gelişme yaşanırsa da türlü türlü senaryolar uydurulur. O dönem Ferinaz için ‘psikolojisi bozuk, ahlaki ve karakteri bozuk biri’ denildi. Ama suçsuz bir insandı. Dinci anlayışın hüküm sürdüğü bölgede, geleneksel bir savunma mekanizması olan intihara mecbur kaldı. Yine daha evvel Azerî Rehanî Cebarî adında bir kadın vardı. Kedisine tecavüz etmek isteyen bir adamı öldürmüştü ve sonuç olarak rejim tarafından idam edildi. 
 
 
 Protestolar, rejimin iflasını gösteriyor. Toplum bu tarz durumlara karşı artık hassaslaştı ve patlama noktasında. Kendini öldürmek zorunda kalan ve tecavüze maruz kalan kadınların çocukları artık büyüdü.
 
Merivan’da Şilêr Resûlî adında bir kadın da komşusu tarafından tecavüz edilmek istendi. O da kendisini evinin damından attı ve kaldırıldığı hastanede şehit düştü. Ardından Merivan’da on binden fazla insanın katıldığı büyük bir başkaldırı oldu. Serhildana kalkanlar, rejim karşıtı sloganlar atarak, Şilêr’e tecavüz etmeye kalkan kişinin cezalandırmasını istedi. Rejimler, Ferinaz, Şilêr, Ehwaz, Visne, Balkuba, Rumina  gibi tecavüz edilmek istenen kadınların katledilmelerine neden oldu. Gelinen süreçte toplum bu tarz durumlara karşı artık çok hassaslaştı ve patlama noktasına geldi. Kendini öldüren kadınların, tecavüze uğrayan kadınların çocukları büyüdüler, üniversite okuyorlar. Dünyaya dair devrim süreçlerine dair bir bilgilenmeleri oldu. Bütün bunların bir sonucu olarak bugün yaşanan olaylar meydana geldi. Kurdistan’da bu yüzden Merîvan Xusrevanî meselesî, Şilêr meselesi, Jîna Amînî meselesi büyük toplumsal hareketlere dönüşüyor. Gerek 20. yüzyılda gerekse de 21’inci yüzyılda bu tarz devrimler oluyor. Bu anlamda Kürtler biraz örgütlü bir yapıda. Her yerde baskı var fakat Kurdistan’da bu baskılar 2-3 kat daha fazla uygulanıyor. Kurdistan’da, Sistan’da, Ehwal’de, Xuzistan’da, Talıj’da Ferinaz gibi binlerce örnek var. Kimi yerel dergi ve gazetelerde bu durumlarla ilgili yayınlar yapılmakta. Fakat bu tarz durumlar Ferinaz ve Jîna gibi dünya gündemine oturmuyor.
 
 İran’da kadınların hakları neler? 
 
İran’da 2 kadın, 1 erkek ediyor. Her kadın ya baba ya eş ya da ağabeyinin hakimiyeti altındadır. İran’daki dini yöneticilere göre kadınların kutsal görevleri evlerinde kalmak ve çocuk yapmaktır. Temel görevleri evlerinde çocuklarını büyütmektir. Eşleri ise dışarıda çalışmakla mükelleftir. Mesele 3 yıllık korona süresince sanayi ve teknoloji açısından gelişmiş ülkelerde taciz, tecavüz ve öldürülmeler yaşandı. Fakat İran’da 43 yıldır evde kadınlar tacize ve tecavüze uğruyor, öldürülüyorlar. Bütün bunlar evde yaşandığı için kimse duymuyor, kimse karışamıyor, itirazda bulunmuyor. Buna güç getiremeyen kadınlar intihara sürükleniyorlar. Bu yüzden gençler bir kez daha bu başkaldırıya dahil oldu. 
 
 
 İran’da 2 kadın, 1 erkek ediyor. ‘Kutsal’ görevleri evde kalıp, çocuk yapmaktır. Korona sürecinde gelişmiş ülkelerde taciz, tecaviz ve katliamlar arttı; Ancak İran’da 43 yıldır evdeki kadınlar benzer şeyler yaşıyor.
 
Jîna Emînî gibi 15-16 yaşlarında Loristan’da bir kız çocuğu şarkı söylemişti. Kalkıp kızı öldürüp ‘intihar etti’ dediler. Sonrasında Sarina adında bir kız çocuğu -16-17 yaşlarında- sadece başörtüsünü biraz kaldırmış ve mezun olduğu için rahat bir nefes aldığını belirttiği için öldürülmüş. Sonra doktora yapan Nesrin Qadiri de başına aldığı darbe sonucu komaya girdi ve birkaç gün sonra şehit oldu. Bunların belki yüzde 1’i tesadüftür. Fakat öldürülenlerin hemen hemen hepsi okumuş, kendini geliştirmiş, aydın kişilerdi. Bu tarz başkaldırılara öncülük eden kişilerdi. Evet Jîna Emînî’nin katledilmesi bir takım toplumsal olaylara sebebiyet verdi ve farklı kesimler de buna destek verdi. Fakat burada örgütlü bir toplum var, millet topyekun olarak ayağa kalktı. Şimdi İran’da yaşayan halkların talebi eşitliktir.
 
 Tüm bunlara karşı kadın ve gençlerin örgütlülüğü hangi aşamada? Diğer bölgelere oranla Kürt bölgelerindeki gençlerin direnişlerde daha aktif rol almasının örgütlülük durumuyla alakası var mı?
  
2000 yılından sonraki toplumsal olaylarda, törelere ve dini bir takım uygulamalara karşı okuryazar ve dünyayı biraz tanımış kesimler öncülük yapıyor. Katledilenler de okuryazar, ileri görüşlü, dünyaya aşina 16-17 yaşındaki öğrencilerdir. Bugün Kürtler, okumuş, örgütlenmiş ve birtakım haklar istiyor. Yıllara dayanan örgütlenmeleri var ve yeni bir yaşam istiyorlar. Bunu isteyen Kürtlerin bir başkaldırı geçmişleri var ve eskisi gibi hareket etmiyorlar. Değişmeyen İran’daki diğer toplumlardır. Kadınlar reform istemiyor, sistemin değişmesini istiyor. Özellikle “Diktatöre ölüm” ve “Hamaney’e ölüm” sloganları atılıyor. Yeni nesil kendisine dayatılan “evde kal, dışarı çıkma” anlayışını kabul etmiyor.
 
 Direnişlere dönersek; Genelde nasıl örgütleniyor? 
 
İnsanlar, 30-40 yıl önce sınırlı sayıda olan gazeteleri ve kitapları gizlice okur, bu şekilde örgütlenirdi. Şimdi ise herkes kendi telefonu üzerinden örgütleniyor. Amerika’da, Avrupa’da, Kanada’da, Japonya’da dostu var bu insanların. Her biri haklarının farkında, zulmün farkında ve artık bunu istemiyorlar. Haklarında deniyor ki ‘çok dağınık, bir önderleri olmadan hareket ediyorlar.’ Fakat bu doğru değil. Rejim güçleri göstericilerin üzerine çok sert bir şekilde yöneldi ve göstericiler de her defasında farklı bir kentte örgütlenip gösteriler düzenledi. İlla bir merkezlerinin olması, bürolarının olması, 70-80 yaşlarında birinin talimatlarıyla hareket etmeleri gerekmiyor. Şimdi bu göstericiler kendilerini örgütleyip çok ilerici bir slogan olan “jin, jiyan, azadî” sloganlarını atıyorlar. 
 
 “Jin, jiyan, azadî” sloganı nasıl yayıldı? 
 
2000’li yıllarda Kurdistan’ın kuzeyinde ve Rojava’da atılan bu slogan, bugün Rojhilat’a geçmiş durumda. Geçtiğimiz günlerde Beluci bir kadınla röportaj yapılmıştı. Kadın, “jin, jiyan, azadî” sloganının Beluciler için ne demek olduğunu, tarihsel arka planını, Kurdistan’da nelerin yaşandığını, Kobanê’de neler olduğunu güzel bir şekilde yorumlamıştı. O kadın, 30-40 yıllık süreçte Kurdistan’da nelerin yaşandığını, ne tür baskıların olduğunu derinden hissetmiş ve aktarmıştı. O yüzden bugün sokaklarda olan ve gösteriler yapan insanlar, bilinçsiz insanlar değiller. Tam aksine çok bilinçli kişiler. Gösterilere katılan genç öğrenciler de şunu söylüyorlardı: “Ailelerimize söyleyin artık kızlarınız yok, bir daha dönmeyeceğiz geri.” 
 
 
 Sinê’de bir oğlu şehit edilen anne, taziyeye gelenlere, ‘Taziye dileklerinizi istemiyorum, bir kez daha sokaklara dönmenizi istiyorum. Oğlumun yerine siz devam edin ta ki devrim olana kadar’ diyordu. 
 
Sinê’de bir oğlu şehit edilen bir anne, taziyesine gelen kişilere, “Taziye dileklerinizi istemiyorum, bir kez daha sokaklara dönmenizi istiyorum. Oğlumun yerine siz devam edin ta ki devrim olana, o güzel gün gelene kadar. Benim için güzel gün o zaman olacak” diyordu. Yine başkaldırı için evlerinden uzak yerlerde olan göstericilere farklı kentlerdeki anne babalar çok yardımcı oluyor. Hazırlıklarını yapıyor, yeme içmeleriyle ilgileniyorlar. Bu gösterilerde topyekun bir başkaldırı söz konusu. Rejim ne kadar da bu olayların üstüne gitse sonuç alamayacak.
 
 “Jin, jiyan, azadî”nin temel slogan haline gelmesi PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fikirlerinin de eylemlerde etkili olduğunu gösteriyor. Öcalan’ın ortaya koyduğu ideoloji bu eylemlere nasıl yansıyor? 
 
Aryen halklara dair tarihsel ve sosyolojik birçok araştırma yapıldı. Sayın Öcalan da savunmalarında daha çok coğrafik değerlendirmelerle bu konuyu değerlendirdi. Tarihi, kültürel, felsefik olarak Aryen toplumlar, Zagroslu olanlardır. Ahwazdan Ağrı Dağı’nın ötelerine kadar köy toplumunda kadınlar, neolotik dönemdeki tarım ve köy devrimine öncülük etmişlerdir. İlk kez medeniyet buralarda ortaya çıkmıştır. Sayın Öcalan, 1980’li yıllarda toplum ve kadına dönük değerlendirmeler yapmıştı. Hatta “Kadın özgür olmadan, toplum özgür olamaz” belirlemesini yapmıştı. Her toplumun özgürlüğünü ele alırken, öncelikle kadının o toplumda özgür olup olmamasına dair değerlendirmeleri oldu. Kadının siyaset ve yönetimdeki oranı kadar toplumun özgür olabileceğini belirtti. Bu mutlak anlamda fikri, felsefi ve ideolojik bir temeldir. Bu fikirler, 1980 yıllarda ortaya çıktıktan sonra dalga dalga yayıldı. 1985’te Kurdistan’ın güneyine ve 1995’ten sonra da Rojhilat’a geçti.
 
 
 “Jin, jiyan, azadî” felsefesi Rojava Devrimi’nden sonra dalga dalga yayıldı. İranlı ve Afganlı kadınları etkiliyor. Bu etki, devrim motoru görevi görüyor. Arap toplumlarında da bu slogana ciddi destek var.   
 
Kadınların gerici DAIŞ’e karşı 2010 yılından sonra “jin, jiyan, azadî” felsefesi ile öncülük ettiği Rojava Devrimi’nden sonra bu felsefe dalga dalga bütün dünyaya yayıldı. Bu felsefenin gittiği her toplumda bir etki ortaya çıktı. Bakur’dan Başur’a, Başur’dan Rojhilat’a kadar her yeri etkiliyor. Bu yüzden Kürt toplumunda kültürel, tarihi, coğrafik, insani ve akrabalık anlamında bir yakınlık var. Bu anlamda Kurdistan’ın dört bir yanında yaklaşık 50 yıldır bir özgürlük mücadelesi var ve bunlar birbirini etkiliyor. Bu, İranlı, Afganlı ve diğer kadınları etkiliyor. Örneğin Arap toplumlarında Xuzistan’da, Waneşah’ta, Ahwaz’da hemen hemen her yerde “jin, jiyan, azadî” sloganına ciddi bir destek var. Mısır, Libya, Tunus gibi kimi yerlerde ise bu etki devrimsel bir etki bırakmasa de etkili oluyor. Fakat bu durum Kurdistan’ın her bir parçasında katalizör etkisi gibi yayılıyor, devrim motoru görevi görüyor. Bu devrim süreci başladığında Karadeniz’de, İstanbul’da, Ankara’da gibi pek çok yerde kadınlar “jin, jiyan, azadî” sloganları eşliğinde öncülük yaptılar. Erdoğan da İran’daki rejim gibi bir diktatör olduğu için bastırmaya çalışıyor.
 
 Kürtleri yok sayan, özgürlük taleplerine kulak tıkayan rejim bu politikalarında başarılı olabilir mi? 
 
Şii mezhepçi politikalar yüzünden Kürtlere ileri düzeyde tarihsel, kültürel ve dilsel bir asimilasyon politikası uygulandı. Sine’de, Kirmanşan’da, Rewandiz’de devlet asimilasyonla Kürtleri bitirdiğini sanıyordu. Şu an en büyük direniş ve başkaldırı bu kentlerde meydana geliyor. Öcalan’ın yakalanmasından sonra bir kez daha Kürtlerin bir araya geleceğine dair bir inanç kalmamıştı. Fakat öyle olmadı. Kürtler, Kurdistan’ın her bir parçası olmak üzere Avrupa’da güçlü bir şekilde Öcalan’ı sahiplendi. Çünkü Öcalan’ın yıllara dayanan örgütlenme ve örgüt etkisi mevcuttu. Tabi Rojhilat’ta da vardı ama diğer parçalardaki kadar etkili değildi. Bu yüzden bu günün gençleri hep bu fikirlerden etkilendi. Bu anlamda “jin, jiyan, azadî” felsefesi ortaya çıktı. Bugün gösterilerde yaşamını yitirenlerin taziyelerinde “berxwedan jiyan e” sloganları yükseliyor.
 
 Bundan sonra bizi nasıl bir süreç bekliyor? 
 
Eğer rejim müdahaleleri sonucunda bir geri çekilme olursa, bu kısa vadeli bir “çözüm” olur. Buna karşı yeni taktiklerle, yeni yöntemlerle gençler yeniden örgütlenir. İlk bir hafta İran’ın her yerinden tepkiler yükseldi. Sonraki ay yeniden bir suskunluk hali gelişti. Ama Sine kentinde protestolar dinmedi ve bir haftalık süreçte 700 bin ila 800 bin kişilik gösteriler devam edince devrim yeniden alevlendi. Her hafta Cuma gününden sonra Mahabad’ta Çarşamba ve Perşembe günleri kepenk kapatmalar oldu. Fakat şimdi her yerde durum böyle bir vaziyette. Bu anlamda devrimin rengi değişmiş durumda. Çünkü devrimi isteyenler aydınlanmış bir sınıf. Bu klasik anlamda bir devrim de değil. Bu anlamda bir liderinin olmaması çok daha iyidir. Bir liderleri olsa yakalanır ardından da “terörize” edilip öldürülür. Bu olayları da bu şekilde bastırabilirler. Bugün günlük yaşanan olayların her biri lokal olarak yaşanıyor ve bu olaylara liderlik eden binlerce kişi var.
 
 Bu haliyle devam etmesi durumunda direnişin başarıya ulaşacağını düşünüyor musunuz? 
 
 
 Sayın Öcalan’ın fikirleri İran’da direnişin kıvılcımını yaktı. Dolayısıyla Rojhilat’ta Öcalan’ın kazandığını söyleyebiliriz. Bu devrim, Bakur’dan Başur’a her bir yere etkisini bırakır. Tüm dünyayı etkiler. 
 
Daha önceki bir röportajımda belirttiğim gibi; Rönesans süreci nasıl ki İtalya’da başlayıp dünyaya yayıldıysa şimdi de İran’da ve Rojhilat’ta bir rönesans başlamış durumda. Bakur’da, Başur’da her bir yerde kendi etkisini bırakır. Ama şimdi bu rönesansın zirvesi Rojhilat’tır. Bu fikri bir rönesanstır ve bu konuda emin olabilirsiniz bu bütün dünyayı etkileyen büyük bir devrime dönüşecek. Nasıl ki 68’de üniversite öğrencileri dünyada çok etkili oldu, Rojhilat’taki bu devrim de bundan kat ve kat daha etkili olacak. Bu devrim dünyayı etkileyecektir. Sayın Öcalan bir belirlemesinde, 20’inci yüzyılın temel sorunlarının demokrasi, kadın ve ekoloji olduğunu ifade etmişti. Bu anlamda İran’daki çelişkiler, diğer üç parçadakine nazaran zirvededir. Bu etkide bulunacak. Bu insanlık tarihinde çok önemli dönüşümler yaratacak ve kitaplara konu olacaktır. Sayın Öcalan’ın fikirleri İran’da direnişin kıvılcımını yaktı. Dolayısıyla Rojhilat’ta Öcalan’ın kazandığını söyleyebiliriz. 
 
 Direnişin yanı sıra katliamlar da gündemde; Birçok kaynaktan ölüm ve yaralılara dair farklı rakamlar açıklanıyor. Buna dair bir veri var mı elinizde? 
 
Avrupa merkezli insan hakları örgütlerinin belirttiği ve gazetelerden takip ettiğimiz bilgilere göre 300’den fazla insan şehit edildi. Kesin olarak biliyoruz ki gerçek rakam belirtilenden daha fazla. İran’da ve Rojhilat’ta her bir şehidin cenazesine yoğun bir katılım oluyor. Sisteme karşı konuşmalar ve sloganlar atılıyor bu törenlerde. 
 
 Parlamentodaki milletvekilleri protestolara nasıl yaklaşıyor? 
 
Yaklaşık 2 aydır İran’da bir başkaldırı var. Yüzlerce insan öldürüldü, binlercesi gözaltına alındı ve binlerce yaralı var. Yer yer Belucistan ve diğer bölgelerdeki milletvekilleri bu duruma itiraz ettiler. Fakat şimdi gelinen süreçte her vekilin bu duruma tepki göstermesi, halkının yanında durması gerekiyor. Görevlerinden istifa edip halkın taleplerini dinlemeleri gerekirken, utanmaz bir şekilde rejim güçlerinin bir üyesi gibi rejimle birlikte hareket ediyorlar. Bu vekiller parlamentoda; Yanılıyor olabilirim ama yaklaşık 270 kişinin idamına onay verdi. Bu anlamda sistem iktidarının sağlam olmadığını biliyor. Bunun korkusunu yaşıyor. Bundan dolayı da halkı öldürüyor, yaralıyor, evleri ateşe veriyor, sabah baskınlarıyla gözaltına alıp işkence uyguluyor. Ama halkın bu konuda büyük bir ısrarı var. Şuna inanıyorum ki köklü birtakım değişiklikler olacak ve gençler, kadınlar ve toplumun belli sınıfları bu konuda geri adım atmayacaklar.
 
 Rejim güçleri tarafından eylemcilere dönük çağrılar da oluyor. Ne mesajlar veriliyor? 
 
 
 Rejim, halkı idamla tehdit ediyor. “Evlerinize dönün” çağrısı yapıyor. Daha önce göstericiler korkuyordu ve kaçıyordu. Ama şimdi güvenlik birimlerinin her açıklaması sonrası ertesi gün sokağa yoğun bir katılım sağlanıyor. 
 
Bugün halkı idamla tehdit ediyorlar. Bu şekilde güçlü ve birleşmiş bir devlet görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Gösterilerde yakaladıkları kişiler bilinçli olmayan, cahil kimseler oldukları için gözaltına aldıklarında “evlerinize dönün” çağrıları da yapıyorlar. Kimi güvenlik birimlerinin açıklamasından sonra kimi göstericiler korkuyordu, kimisi kaçıyordu, kimisi de şüpheye düşüyordu. Ama şimdi güvenlik birimleri veya askeri güçlerden bir açıklama yapıldığında ertesi gün sokağa çok yoğun bir katılımla insanlar geliyor. Maalesef parlamento, yakalanmış kişiler için faşist kararlar veriyor. Parlamenterler, halkın vekili olmadıklarını ispatladılar. Alınan kararın yüzde yüz uygulanacağını zannetmiyorum. Tabi ki hiçbir sivilin burnunun kanamasından yana değilim. Belki sembolik anlamda birtakım infazlar olabilir ama hepsinin infaz edilebileceğini sanmıyorum. 
 
MA / Ergin Çağlar
 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.