HABER MERKEZİ – Şenyaşar ailesinin direnişini “Nemrut zihniyetinin beyninde durmayan bir vızıldama” olarak niteleyen Yazar Ali Oruç ile kitabını ve Emine Şenyaşar’ın mücadelesini konuştuk. “Bu coğrafyada her gün on roman yazılacak acılar yaşanıyor” diyen Oruç, en büyük özgürlüğün emek ile yıkanmak ve paylaşmak olduğunu, kendisinin de bunu yapmaya çalıştığını belirtiyor.
Urfa’da 14 Haziran 2018 tarihinde eşi Esvet ve oğulları Celal ve Adil’i AKP’li milletvekili İbrahim Halil Yıldız ve yakınlarının saldırısında kaybeden Emine Şenyaşar’ın mücadelesi sürüyor. Şenyaşar ailesinin yaşadıkları birçok çalışmaya konu oldu. Ömrünün 30 yılına yakınını cezaevinde geçiren Yazar Ali Oruç’un, Emine Şenyaşar’ın mücadelesini anlattığı “Adalet” kitabı da bu çalışmalar arasındaki yerini aldı. Kısa sürede basımı tükenen kitabın ikinci basımını yayına hazırlayan Ali Oruç, tüm telif haklarını Barış Annelerine bağışladığı “Adalet” kitabını, adalet için mücadele edenlere, direnerek can verenlere, hakikat için tutsak olanlara, işkence görenlere, bir mezarı bile olmayanlara, insanlık için bedel ödeyenlere, özgür yarınlar için hayatını ortaya koyanlara ithaf ediyor.
Şenyaşar ailesinin direnişini “Nemrut zihniyetinin beyninde durmayan bir vızıldama” olarak niteleyen Yazar Ali Oruç ile kitabını ve Emine Şenyaşar’ın mücadelesini konuştuk.
Hayatınız boyunca onlarca acı, direniş ve mücadele dolu hikayeye tanıklık ettiniz. Bu hikayeleri kaleme aldığınız eserlerde de işlediniz. Kendiniz de ömrünüzün 30 yılını cezaevinde geçirmişken neden bu acıları çalışmalarınızın odağına alıyorsunuz?
Edebiyat konusu olacak sayısız olay oluyor ve yaşanıyordu. Direniş mücadelesi içinde olanların bir kısmının zindana yolları düşüyordu.
1980 öncesi Kürtler ile ilgili basılmış kitap parmak sayısını geçmiyordu. Kürtlerin sözlü edebiyatı çok zengin ve derindir. Fakat yazılı hiçbir şeyimiz yok denilecek durumdaydı. Kürtlerin her şeyi yasak ve var olan da çalınmıştı. Bu bana acı veriyordu. Kanayan bir yara olarak içimi parçalıyordu. Kürtlere ait her şeyin üzerinde bir dozer gibi geçilmişti. Özgürlük hareketi önderliğinde mücadele gelişti. Ben de bunun içindeydim ve tutuklanmıştım. Edebiyat konusu olacak sayısız olay oluyor ve yaşanıyordu. Direniş mücadelesi içinde olanların bir kısmının zindana yolları düşüyordu. Yazmak için yeterli kadar bilgi, olay ve yaşanmışlıklar vardı. Fazla kurguya da gerek yoktu. Dağda direnme savaşı içinde olan, yakalanıp işkence gören, yakılan ve zorla boşaltılan köy halkının yaşadıklarına tanık olan birkaç tutsakla konuştuğunda, bir kitap yazacak kadar bilgi sahibi oluyordu insan. Hem onurun hem acının hem coşkunun hem ihanetin hem direnişin hem trajedinin bin bir yaşanmışlığı ile karşılaşıyordum. Ben de bu sıcak, kanlı, acılı, direngen ve ihanetle kirlenmiş mirası değerlendirmeye çalıştım. Kurgu kurma ve yazmada zorlanmadım. Dilde zorlandım ve halen zorlanıyorum.
Gerek yazdıklarınızdan gerekse sizin anlatımlarınızdan kitaplarınızın ana temasına az çok aşinayız. Okurlarımız için bu konuyu biraz daha açar mısınız?
Kürt halkının tarihi, kültürü, direnişi, ihaneti ve başarı uygulamaları üzeninde durdum. Başat Kürt halkı ve Mezopotamya halklarının silinmeye çalışılan hafızasını, Kültürel değerlerini devrimci bir bakışla yeniden ele aldım. Bu bakışla yazılan kitapların çoğunu zindanda yazdım. Toplam 21 kitaptan söz ediyorum. Kitaplardan biri değerlendirme, ikisi öykü, biri anı, diğerleri romandır. On beş kitabım basıldı. Diğerleri basılacak günü bekliyorlar. Tarih boyunca en büyük ihanet kadına yapılmıştır. Bu yaklaşımla ‘Kadının Haykırışı’ adında yazdığım bir kitap vardı ve kayboldu. Çok üzüldüm ve bir daha yazamadım. O yoğunluğu ve duyguları yakalayamadım. Benim gibi zindanlarda kitap yazan arkadaşların yazdıklarını hemen yayınlayabilecekleri şansları yoktu. O yüzden kitaplarımı yirmi-otuz yıl sonra ancak basma fırsatı bulabildim.
Bu coğrafyada her gün on roman yazılacak acılar, ıstıraplar ve olaylar yaşanıyor. En büyük özgürlük emek ile yıkanmak ve paylaşmaktır.
Kitaplarımdan Dewrêş ile Adûle kitabı destanlaşan bir aşkın en derin duygularını anlatır. Sadece bir aşk hikâyesi değildir. Bir halkın değerlerinin, direnişinin, gelenek ve göreneklerinin toplamıdır. ‘Her şey aşkım için, aşkım ülkem için’ tanımlamasını ifade eden bir eserdir. Zerdüşt kitabı bir halkın nasıl başaracağını, nasıl savaştığını, nasıl umudu ektiğini, Zerdüşt düşüncesinin nasıl bir orduya dönüştüğünü, Med devletini ve Kawa efsanesini yalın bir dille anlatılır. Kobanê kitabı yakın tarihimizde barbar bir zihniyete karşı Kürt halkının kızları ve erkeklerinin nasıl direndiğini, ölümde başarıyı nasıl yaratığını, acı ve çığlıklar içinde umudun nasıl büyüdüğünü dile getirir. Diğer kitaplar da farklı konuları ele alır. En iyi yazılan yaşananlardır. Bu nedenle savaşın ve tarihin yaratığı yaşamış olayları yazdım. Mücadelenin ruhunu, kınalı toprağa dökülen gözyaşları, işitilmeyen çığlıkları, yıllardır kanayan yarayı yazmaya çalıştım. Bu coğrafyada her gün on roman yazılacak acılar, ıstıraplar ve olaylar yaşanıyor. En büyük özgürlük emek ile yıkanmak ve paylaşmaktır. Ben de becerdiğim kadar bunu yapmaya çalıştım.
En son Şenyaşar ailesini konu alan Adalet kitabınız raflarda yerini aldı. Hala adalet yerini bulmuş değil ve Şenyaşar ailesi her gün Adliye Sarayı önünde kesintisiz mücadele yürütüyor. Sizi böylesi güncel bir mücadeleyi anlatmaya iten neden neydi?
Diyarbakır HDP İl Binası’nın önünde devlet destekli, maaşlı, korumalı, ısıtmalı ve soğutmalı bir çadır kuruldu. Devlet adına birçok kişi ve kurum çadırda oturma eylemi yapan aileleri ziyaret ettiler. Şenyaşar ailesi kimseden destek almadan AKP Urfa İl binası önünde oturma eylemi yaptı. Zorla oradan aldılar ve yargılama konusu oldular. HDP İl binası önünde oturma eylemi bir hak ise, bu herkes için geçerlidir. Maalesef öyle olmadı. Birileri için hak olan, birileri için kovma ve yargılama nedeni oldu.
Şenyaşar ailesinin direnişi Nemrut zihniyetinin beyninde durmadan vızıldıyor. Umarım Adalet kazanır. Bir kadının adalet isyanı, çektiği acılar binlerin gücüne dönüşüyor.
Şenyaşar ailesi iş yerinde ve hastanede katliama uğradı. Saldıran aile ve iktidar omuz omuza vererek kamuoyunu ve adaleti yanıltmaya-yönlendirmeye çalıştı. Bunu gören Şenyaşar ailesi teslim olmadı, yıkılmadı, evinde oturup beddualar yapmakla yetinmedi. Bir buçuk senedir yaz kış demeden Urfa Adalet Sarayı bahçesinde Adalet Nöbeti’ni tutuyorlar. Devlet kendilerine hiçbir kolaylık sağlamadı ve sağlamıyor. Öz iradelerine dayanarak, her türden baskı, tehditlere rağmen oturma eylemlerini sürdürdüler ve sürdürüyorlar. Adaletsizliğe, haksızlığa, altmış beş yaşında bir kadının, bir annenin feryatları, isyanı yaşlı ve hasta haliyle Hz. İbrahim ve Hz. Eyüp şehrinde yankılanıyor. Efsaneye göre Nemrut’u burnundan beynine giren bir sinek öldürmüş. Önce büyük acılar çekmiş ve ardından bu sineğin beyinde yaratığı tahribattan dolayı ölmüştür. Şenyaşar ailesinin direnişi Nemrut zihniyetinin beyninde durmadan vızıldıyor. Umarım Adalet kazanır. Bir kadının adalet isyanı, çektiği acılar binlerin gücüne dönüşüyor. Yazılan Adalet kitabı; haksızlığa uğrayan, hakkını arayan ve direnen bir ananın çığlığıdır. Bu çığlığa çığlık katmak, yanında olmak, kamuoyu yaratmak ve yarasını kısmen hafiflemek, sorunu çözmeye yardımcı olmak için yazıldı. Karşı tarafın da yaşanan acıları oldu. Keşke olmasaydı. Ama haneye saldıran, hastanede katliam yapan taraftır.
Emine Şenyaşar’ın ortaya koyduğu iradeyi, bu azmi ve direngenliği neye bağlıyorsunuz?
İktidarı ve katliam yapanları şaşırtıyor Emine Şenyaşar’ın duruşu. Ne tutuklayabiliyorlar ne de başına bir kaza, bela getirebiliyorlar. “Şov yapıyor” demekle suçluyorlar. Ağzından çıkan her kelimeye hakaret adı altında dava açıyorlar. Bu ülkenin ‘adaletsiz’ duvarına çarpan çok sayıda insan ve aile vardır. Her birinin dramı, acıları ve yaşadıkları farklıdır. Adaletsizliğe uğrayanların çoğu hakkını aramadı. Haksızlığa teslim oldular. Güçleri yetmedi ya da korktular. Emine yaşanan adaletsizliği kabullenmedi. Aradığı adalet bildiğimiz özgür, toplumsal olan değildir. Kapitalist hukuk bile uygulanmıyor. Başta Suruç’u terk etti ve köye gitti. Ardından Urfa merkeze yerleşti. Bir yıldan sonra yaralı kurtulan her iki oğluyla birlikte Suruç’a geri döndü.